Koçi Bey’den günümüze değişen bir şey yok: Liyakatsizlik, yozlaşma ve adam kayırmanın zaman tanımayan yankısını bütün şiddetiyle hissediyoruz bugün.
Takvimler 17. yüzyılı gösterdiğinde, Osmanlı İmparatorluğu’nun kudretli Sultanı IV. Murat’a sunulan bir risale, devletin içten içe nasıl bir çürümeyle yüz yüze olduğunu acı bir dille ortaya koyuyordu. Bu raporun sahibi, dönemin bilge devlet adamlarından Koçi Bey’di. Tespitleri net ve sarsıcıydı: Adam kayırma, yozlaşma ve liyakatsizlik devletin temellerini kemiriyordu. Koçi Bey, ehliyet ve kabiliyetin yerini sadakat ve yakınlığın almasının, rüşvetin ve iltimasın adalet ve idare mekanizmasını çökertmesinin devleti zafiyete uğrattığını haykırıyordu.
Ünlü risalesinde Koçi Bey, Tımar sisteminin bozulmasından Yeniçeri Ocağı’ndaki disiplinsizliğe, ilmiye sınıfındaki nitelik kaybından saray içindeki israfa kadar geniş bir yelpazede sorunları sıralarken, tüm bu bozulmaların ana kaynağı olarak liyakatsiz atamaları ve devlet adabından uzaklaşmayı işaret ediyordu. Onun bu feryadı, bir uyarı niteliğindeydi; eğer bu gidişata dur denilmezse, cihan imparatorluğunun gerilemesinin ve sonunda yıkılıp yok olmasının kaçınılmaz olacağını öngörüyordu.
Tarih, Koçi Bey’i haklı çıkardı. Onun tespitlerinin yapıldığı dönemden, imparatorluğun son büyük direnişi olan Sakarya Savaşı’na kadar geçen yaklaşık üç asır, bu kangren olmuş sorunların çözülemediği ve devletin sürekli kan kaybettiği bir geri çekiliş dönemi oldu. Tavizler, toprak kayıpları ve iç isyanlarla dolu bu süreç, liyakatsizliğin bir devleti nasıl adım adım çöküşe sürüklediğinin acı bir vesikası olarak tarihe geçti.
Bugün, 21. yüzyıl Türkiye’sinde, Koçi Bey’in dört asır önceki tespitlerinin yankıları, ne acıdır ki, hala güncelliğini koruyor. Adam kayırma, yozlaşma ve liyakatsizlik, farklı biçimlerde ve farklı kurumlarda da olsa, toplumsal ve idari yapının önündeki en büyük engeller olarak varlığını sürdürüyor. Bu tarihi dertler, günümüzdeki uygulamalarla birleşerek eğitimden ekonomiye, sosyal hayattan dini yaşama kadar geniş bir alanda derin yaralar açmaya devam ediyor.
Eğitimde liyakat erozyonu inanılmaz boyuylarda hala seyrediyor. Fikri hür nesillerin tehdit atındaki geleceği bugünden nesillerimizi derinden sarsmaktadır.
Koçi Bey, ilmiye sınıfının bozulmasına, alimlerin ve müderrislerin yetkinliğe göre değil, tanıdıklık ve rüşvetle atanmasına özellikle dikkat çekmişti. Bilginin ve adaletin kaynağı olması gereken bir sınıfın çürümesinin, tüm toplumu nasıl zehirleyeceğini öngörmüştü.
Günümüzde bu sorun, eğitim sisteminin her kademesinde farklı tezahürlerle karşımıza çıkmaktadır. Üniversitelere yapılan rektör atamalarından okul müdürlerinin belirlenmesine, akademik kadroların dağıtımından idari görevlendirmelere kadar liyakatin yerini siyasi veya kişisel sadakatin aldığına dair tartışmalar kamuoyunu meşgul etmektedir. Belirli bir sendikaya, ideolojiye veya çevreye mensubiyetin, akademik birikim ve idari kabiliyetin önüne geçtiği iddiaları, eğitim kurumlarının özerkliğini ve bilimsel saygınlığını zedelemektedir.
Akademik kalitenin düşmesi gençlerimizin hayallerine yapılan en büyük kötülüktür. Liyakatsiz yöneticiler ve akademisyenler, bilimsel üretimi, eleştirel düşünceyi ve yenilikçiliği teşvik edemez. Bu durum, üniversitelerin uluslararası sıralamalardaki yerini geriletir ve mezunların niteliğini düşürür.
Yetenekli ve liyakatli akademisyenler ile parlak öğrenciler, kendilerine adil bir kariyer ve gelişim imkanı sunulmadığını düşündükleri bir ortamdan uzaklaşarak yurt dışına gitmeyi tercih etmektedir.
Siyasi sadakatin öncelendiği bir eğitim iklimi, sorgulayan, eleştiren ve özgür düşünen bireyler yerine, biat kültürünü benimseyen nesillerin yetişmesine zemin hazırlar.
Koçi Bey, Tımar ve zeametlerin hak etmeyen ellere verilmesinin hem askeri gücü zayıflattığını hem de tarımsal üretimi ve hazine gelirlerini baltaladığını vurgulamıştı. Devlet kaynaklarının ve makamlarının adil olmayan bir şekilde dağıtılması, ekonomik düzenin temelini sarsıyordu.
Bugün, modern Türkiye ekonomisi de benzer bir tehlikeyle karşı karşıyadır. Kamu ihalelerinin şeffaf olmayan yöntemlerle belirli şirketlere verilmesi, önemli ekonomik kurullara ve kamu bankalarına yapılan atamalarda teknik bilgi ve deneyimden çok siyasi yakınlığın gözetilmesi, ekonomide öngörülebilirliği ve güveni azaltmaktadır. Siyasi bağlantıları güçlü olan firmaların haksız avantajlar elde ettiği, liyakatli girişimcilerin ise rekabet etmekte zorlandığı bir yapı, serbest piyasa ilkelerini zedelemekte ve kaynakların verimsiz kullanılmasına yol açmaktadır.
Liyakatsiz kadroların yönettiği ekonomi kurumları, krizlere karşı dayanıklı politikalar üretemez. Bu durum, yüksek enflasyon, para biriminde değer kaybı ve dış borçluluk gibi kronik sorunları derinleştirir.
Hukukun üstünlüğünün ve adil rekabet koşullarının zayıfladığı bir ortama yerli ve yabancı yatırımcıların güveni azalır. Bu da üretimin, istihdamın ve kalkınmanın yavaşlamasına neden olur.
Kaynakların ve fırsatların adil dağıtılmadığı, yandaşlığın prim yaptığı bir sistemde, zenginlik belirli bir kesimin elinde toplanırken, geniş halk kitleleri yoksullukla mücadele etmek zorunda kalır.
Koçi Bey’in risalesi, aynı zamanda bir ahlak ve adalet çağrısıydı. Rüşvetin ve adam kayırmanın yaygınlaşmasının, sadece devlet idaresini değil, aynı zamanda toplumun vicdanını ve adalet duygusunu da çürüttüğünü ima ediyordu.
Günümüzde liyakatsizliğin ve yolsuzluğun sosyal hayattaki en yıkıcı etkisi, toplumsal güvenin aşınması ve adalete olan inancın sarsılmasıdır. İnsanların, hak ettikleri konuma ancak birilerini tanıyarak veya bir gruba dahil olarak ulaşabileceklerine inanmaları, toplumsal bağları zayıflatmakta ve derin bir kutuplaşmaya neden olmaktadır. "Bizden olanlar" ve "diğerleri" ayrımı, sosyal dokuyu parçalamakta, ortak bir gelecek inşa etme iradesini ortadan kaldırmaktadır. Bu yozlaşma, manevi hayatı ve dini kurumları da olumsuz etkilemektedir. Diyanet İşleri Başkanlığı gibi önemli bir kurumda dahi atamalarda liyakatin göz ardı edildiğine yönelik iddialar, dinin birleştirici ve ahlaki rehberlik rolüne gölge düşürmektedir. Dini söylemlerin ve makamların siyasi bir araç olarak kullanıldığı algısı, samimi dindarları incitmekte ve dini hayatta bir samimiyet krizine yol açmaktadır.
Adalet duygusunu yitiren ve kurumlara güvenmeyen bir toplumda, anomi ve kural tanımazlık yaygınlaşır. Bu durum, sosyal huzursuzluklara ve çatışmalara zemin hazırlar.
Liyakatin değil, sadakatin ve çıkarcılığın ödüllendirildiği bir ortam, dürüstlük, çalışkanlık ve hakkaniyet gibi temel ahlaki değerlerin değersizleşmesine neden olur.
Dini kurumların ve figürlerin siyasallaşması ve liyakatsizlik tartışmalarıyla anılması, toplumun manevi dayanaklarını zayıflatır ve özellikle gençler arasında inanç krizlerine yol açabilir.
Değişmeyen Ders
Koçi Bey’in IV. Murat’a sunduğu risale, sadece 17. yüzyılın bir durum tespiti değil, aynı zamanda evrensel bir devlet yönetimi dersidir. Bir devleti ayakta tutan harcın *adalet, liyakat ve ehliyet *olduğunu; bu harç zayıfladığında en kudretli yapıların bile zamanla nasıl çökeceğini gösteren tarihi bir uyarıdır.
O günden bugüne değişen tek şey, zaman ve mekanın kulisleridir. Sorunların özü ise aynı kalmıştır. Eğer Türkiye, Koçi Bey’in dört asır önce işaret ettiği bu tarihsel hatalarla yüzleşip, devletin ve toplumun her kademesinde liyakati, şeffaflığı ve adaleti tesis edemezse, tarih tekerrürden ibaret olmaya devam edecektir. Gelecek nesillere bırakılacak miras ise, kaçırılmış bir kalkınma fırsatı ve Koçi Bey’in haklı feryadının hala çözülememiş olması olacaktır.
Yazık bu millete,
Yazık ki, ne yazık.