Türkiye’deki siyasi gerilim, çeşitli faktörlerin birleşimi nedeniyle sürekli gündemde kalıyor.
Türkiye’de siyasi arenada kutuplaşma oldukça derinleşmiş durumda. İktidar ve muhalefet arasındaki sert söylemler, uzlaşmazlık kültürünü besliyor. Son çeyrek asırdır Cumhuriyetin medeni kazandırımlarının hilafına mevcut iktidar büyük bir güç zehirlenmesi yaşadığını gösterircesine, kendi mensuplarının dışındaki bütün toplumsal grupları rahatsız eden uygulamalar yapmakta ve adımlar atmaktadır.
Son seçimlerdeki çekişmeli siyasi atmosfer, toplumu ve siyasi aktörleri uzun süreli bir gerilim içine sürüklemiştir. Muhalefet kazandıkları ile yetinmemekte, iktidar kaybettiklerini bir türlü içine sindirememektedir. Bunun da yansıması olan, iktidarın hukuk sopası ile topluma yön vermek gücünü kullanıyor olması iddiasının, uzun vadede iktidarın kendisinin sonu olacağı gerçeğini görememesi gibi anlaşılmaz bir çıkmaza sürüklenmektedir.
Halkın ekonomik sıkıntılarla boğuşması, siyasi aktörlerin karşılıklı suçlamalarına zemin hazırlıyor. Özellikle enflasyon ve işsizlik, siyasi tartışmaların ana eksenini oluşturuyor. Geniş toplum kesimlerinin, derin yoksulluk içerisine sürüklenmesi, elde olmayan sebeplerden değil, yanlış ekonomik politika tercihlerinden olduğu gerçeği artık bugün net olarak ortaya çıkmış bulunmaktadır.
İktidar ve muhalefet, ekonomik krize yönelik çözüm önerileriyle halk desteği kazanmak için yoğun bir rekabet içinde görülmektedir. Ancak; İktidarın kendini tekrar eden söylemlerine karşı çeşitli muhalefet partilerinin ciddi alternatif politika ve programlar sunması toplumdaki iktidar eğilimli yönelimleri eski gücünden çok uzaklara taşımaktadır.
Muhalefet, son yıllardaki uygulamalardan dolayı, yargı bağımsızlığının ve hukukun üstünlüğünün zayıfladığını iddia ediyor. Bu iddia; iktidarın muhalif güçler üzerindeki; baskı suçlama ve hukuki olmayan tutuklamalar ile adeta haklılık kazanmaktadır.
Her gün çeşitli bahaneler ile yapılan tutuklamalar ve soruşturmalar toplumu hiç olmadığı kadar yormakta ve germektedir. Muhalefet partilerine mensup bazı isimlere yönelik soruşturmalar, son olarak özellikle siyasi bir partinin Genel Başkanının kolayca tutuklanması, siyasi tansiyonu yükselterek toplumsal istikrarsızlığı adeta körüklemektedir.
Bütün bunların yanında; Suriye ve Göçmen meselesi hem iç siyasette hem de toplumda ciddi tartışmalara neden oluyor. İktidar yanlısı medyanın; güzellemeler ve abartılarla dolu Suriye haberlerinin son gelişmeler ile ne kadar içi boş ve yalan olduğu ortaya çıkmıştır. En acısı hakim güçlerce Türkiye Suriye masasına yaklaştırılmayarak, adeta uzaklaştırılmak istenmektedir.
Bunun yanında, Türkiye’nin AB ve ABD ile zaman zaman gerilimli olan ilişkileri, iç politikada milliyetçi söylemleri güçlendirmekteyse de, bundan hoşlanmayan ve iktidarı meydana getiren “sosyal bileşenlerin” rahatsızlığı her geçen gün artmaktadır. Bundan dolayıdır ki, iki de bir; Suriyeliler bizim kardeşimizdir, onlar muhacirdir, biz ensarız gibi, dini ve tarihi geçerliliği sorgulanan söylemler tekrarlanarak bu kesimlere mesaj verilmektedir.
Medyanın büyük ölçüde taraflı olması, siyasi aktörlerin kitlelere etkili mesajlar iletmesini zorlaştırıyor ve yanlış bilgi akışını artırıyor. Muhalefet açısından büyük sıkıntılar oluşturan bu durum, toplumsal ayrışmayı ve çatışma kültürünü hiç olmadığı kadar besleyip, büyütüyor,
Sosyal medya, siyasi tartışmaların daha da sertleşmesine neden olan bir alan haline geldi. Hakim güçlerinin kadrolu “trol ordularının” maniple ettiği sosyal ve siyasal yalanlar iddiaları durumun kontrolden çıktığını gösteriyor.
Toplumun farklı kesimlerinin siyasi talepleri ve beklentileri çatışma yaratıyor. Örneğin, laiklik, Kürt sorunu, eğitim politikaları gibi konular hassasiyet taşıyor.
Batının; 1878’den sonra Osmanlı döneminde başlatıp, Cumhuriyet döneminde de ısrarla sürdürdüğü ve Osmanlıyı yıkmayı başardığı etnik ayrıştırma ve üniter devletin hilafına yeni toplumsal kimlikler oluşturma gayretleri ve bunun sonucu olarak “İmralı canisi”nin gündeme taşınması toplumda, muktedirlerin hala görmek istemediği “sosyolojik nefrete” zirve yaptırmıştır. “Onun bir bildiği vardır” gibi, içi boş ve anlamsız sözler, üretemeyen, düşünemeyen ve aklını “siyasi kiraya” veren toplumsal kesimler için hala bir umut olarak devam ediyor. Bu durum medeni ve modern toplum olma yolumuzun üzerinde ki, en önemli engeli oluşturmaktadır.
Her şeye rağmen; gençler ve sivil toplum, daha fazla demokratik katılım ve ifade özgürlüğü istemektedir. Bu talepler siyasi iktidarın hakimiyet alanlarına müdahale endişesini taşıdığından hoş karşılanmamakta bu da, toplumsal gerilimi arttırmaktadır.
Türkiye’deki siyasi gerilimin düşmemesi, bu faktörlerin sürekli etkileşimde olmasıyla yakından ilgilidir.
Kalıcı bir çözüm için ; diyalog ve uzlaşma kültürünün güçlenmesi, hukukun üstünlüğünün sağlanması ve ekonomik istikrarın öncelik kazanması gerekiyor. İktidar ve muhalefetin söylemlerden çok eylemleri, özellikle iktidarın adaleti toplum üzerinde baskı aracı olarak kullanmaktan vazgeçme yaklaşımı, üniter devleti yaşatmaktaki isteksizliği iddiaları yerine, onu yaşatması samimiyeti geleceğin Türkiye’si için referans olacaktır.
Türk milleti her şeyi görmekte, bilmekte ve ibretle izlemektedir. Günü geldiğinde de “taşı gediğine” nasıl koyacağını, tarihi tecrübeleriyle herkese gösterecektir. Bundan kimsenin şüphesi olmasın.